1893-1964 tarihleri arasında yaşamış yaşamının ilk 30 yılı Osmanlı döneminde geçmiş olan Türkiye Cumhuriyeti döneminin 40 yılını da iyi bilen Kırşehir’de Belediye Başkanlığı yapan ilk Kırşehir tarihini yazan Kırşehir Sporu’un kurucularından tarihçi, gazeteci kültür adamı Dedem (Annemin babası) Cevat Hakkı Tarım’ın yaşam öyküsü bir ölçüde 1919-1964 arası Kırşehir Tarihi’nin sosyal, kültürel, ulusal aydınlanmasının tarihidir. Onun kitapları ve gazetesinde yazdığı makaleler aynı zamanda Türk tarihinin hızlı bir değişim yaşadığı döneminin kültürel siyasal yaşamındaki gerçeklerin de yansımasıdır. 1926 yılında henüz Dil Devrimi olmadan öncem Kırşehir Gazetesinde yazdığı makalesinde Osmanlının Anadolu köylüsünü uzun yıllardır ağır ve uydurma vergilerle nasıl sömürdüğünü gözler önüne sermektedir.
Tarihte çoğunluk krallık düzeninde özellikle Bizans ve Osmanlı imparatorluklarında vergi memurlarının köylere, kırsal bölgelere vergi toplamak için gelişi köylünün gözünde yabancı düşman istilasından daha korkutucuydu. Bunun nedeni devlet görevlerinin parayla satıl- ması, vergi toplanması haklarının satılması (iltizama verilmesi), vergi toplama hakkını satın alan kişilerin (mültezim) bunu halktan fazlasıyla çıkarmak istemesi ve bu yapının çıkar ilişkileri ağı ve rüşvetle genişleyerek yaygınlaşmasıydı.
Her iki imparatorluk da bu politikayı uyguladı. Bu düzen içindeadaleti sağlamak için imparator ve sultanlar tarafından yayınlanan novellalar, adaletnameler veya bunlara benzer iyi niyetli öneri şeklinde bildiriler bu yolsuzlukların kaynağı olan sistemi değiştiremediğinden, adalewtsiz vergi düzeni üzerinde etkileri kalıcı olamadı. Sultan ve imparatorların adaleti koruma anlayışları yalnız iyi niyet olarak prensipte kaldı.
Köylülerin ürettikleri tarımsal ürünlerden onda bir veya %10 oranında alınan vergi olan Arapça onda bir anlamına gelen öşür vergisi (çoğulu Aşar) Osmanlı devletinin temel gelir kaleminden oluşuyordu. Bu en kolay alınabilen öşür vergisi %10’larda kalmamış özellikle 1800’lerden sonra devletin gittikçe gelirlerininin azalması ile miktarı gelişi güzel yükseltilmiştir. Bu vergi oranı büyük haksızlıklara ve sömürüye yol açarak %30’ları bulurken bu verginin ürün çeşidine ve/veya bölgelere göre farklı oranlarda alındığı, yer yer, zaman zaman % 50’lere vardığı görülmüştür.
Cumhuriyetin kurulduğu yıllar bu vergi nerdeyse bütçe gelirinin yaklaşık dörtte birini teşkil ediyordu. Bu vergiyi o dönemin şartları içinde kaldırmak büyük bir risk idi. Fakat bu vergi kalkmadan ülkenin büyük bir oranını temsil eden halk tabakası köylünün de uzun yüzyılları
kapsayan sömürüden kurtulmasına da imkan yoktu. Bu adaletsizce alınan keyfi vergilerin önüne geçmek için ilk ciddi tedbirleri Türkiye Cumhuriyeti almış, 1924 yılı bütçe kanununda vergi tahsilatının keyfi olmayacağı belirtilerek, keyfi vergi alanların vatana ihanetle yargılanacakları hükmünü getirmiştir. Bu vergi Şubat 1925’de kaldırıldı. 1923-1928/29 yılları arası Türkiye açısından geçmişle kesin siyasal ve kültürel bir kopuşu temsil eder. Ancak ekonomi politikaları açısından hemen halkı rahatlatacak bir reform yapmak mümkün olmamıştı. 1925’de öşür vergisinin kaldırılması ekonomik alanda halk için yapılan en büyük reform ve girişimlerden biri idi. Bu reformlar çok zor bir dönemde yapıldı. [1]
Mustafa Kemal öşür vergisinin kaldırılmasının ertesinde bir köylüye, yeni hükümetin vergi memuru, jandarması, mahkemesi ve diğer adamlarıyla senin için eskisinden daha mı iyi oldu? diye sorar.
Köylü vatandaş şöyle cevap verir; ‘ Abdülhamit zamanında (ve sonrası) bize paşalar ver dedi verdik, öl dediler öldük, onlar gitti yerine başka paşalar geldi,onlar da bize ver dediler verdik öl dediler öldük. Onlar gittiler yerine siz geldiniz siz de ver dediniz verdik öl dediniz öldük. Şimdi merakla bekliyoruz. Bize ne zaman al diyeceksiniz.’ [2]
Aslında köylüye o zor dönemlerde sağlanan en büyük avantaj öşür vergisinin kaldırılmasıydı.Bu vergiyi devlet direk toplamıyor taşerona (iltizam) veriyor vergi toplama hakkını alanlarda sınır tanımadan halktan haksız yere mümkün olduğu kadar aşırı vergi toplayıp ceplerini dolduruyorlardı. Bu verginin kalkması ile hırsızlıkları son buldu.
Osmanlı’nın yıkılmasıyla çıkarları zedelenen gruplar vardı. Halkın kaderci olması şeriatı savunduğunu ileri süren cahil din adamlarının şeyhlerin, belli tarikat liderlerinin işlerine geliyordu.Bu tip cahil halkı daha kolay kendilerine bağlayıp sömürebiliyorlardı.Birde devletle işbirliği yapan vergi tahsildarları onlarla işbirliği yapan tefeciler vardı.Bu gruplar hem devleti hemde köylüyü iyi tanıyorlardı.
Esas zenginlik kaynağı devlet hazinesi olanların, halkı din ile sömürenlerin çıkarları cumhuriyetin kuruluşuyla kaybolmaya başladı.Sömürünün en büyüğü de köylünün üzerindeki aşırı vergilerdi.Türkiye Cumhuriyeti bu haksızlığın hemen önüne geçmek ve köylüyü rahatlatmak için Osmanlı’nın köylü üzerinde gelişigüzel uygulanan vergileri 1924 yılı bütçe kanununda keyfi vergi salanların vatana ihanet kanununa göre yargılanacağı hükmünü getirerek kaldırmıştı.Aşırı alınan vergilerin son kalıntısı olan öşür (aşar) vergisinin 17 Şubat 1925 yılında kaldırılması üzerine köylü çok rahat etmişti.Bunun üzerine rant geliri kaybolan bir avuç çıkar grubu tepkilerini göstermede geç kalmayacaklardı.
Osmanlı’nın son yıllarında bu vergi zorbalığına şahit olan, Cevat Hakkı Tarım, ağır vergilerin son kalıntısı olan “aşar” (öşür) vergisine 17 şubat 1925 yılında son verilmesi üzerine, Yeni düzen içinde çıkarları zedelenen çıkar grupların halkı nasıl kışkırttıklarını Eylül 1926’da yayımladığı Kırşehir gazetesinde şöyle yazıyordu;
‘Bütün ömrü kızgın güneşin altında tarla başında sapan başında öldürücü bir çalışma ile geçen köylünün sonuç olarak eline geçen üç aylık yiyecekten başka bir şey değildir.’[3]Köylü yılın gelecek aylarını borç harç içinde geçiriyordu.Katlanan borçların ağır yükü altında inim inim inliyordu.Varını yoğunu tefecilerin doymak bilmeyen kesesine boşaltıyordu.Köylü için zaptiyeden tahsildardan hocadan eşkiyadan daha azılı bölgenin inzibat amiri Sehna (Şehna) idi.Daha mahsul ortaya gelmeden sehna (sahna) nın dört bir tarafa saldığı kolcular çıkan mahsul üzerine damgayı basarlardı.Öşür vergisi verileceği gün köylünün içine bir acı çökerdi.
Vergi memuru mültezim iri yarı kolcular ile gelir samandan ayrılan buğday yığınının başına oturur öşür (asar) vergisini aldıktan sonra almaya devam eder her aldığına bir mazeret uydururdu. Bu ne açboğazlık, bu ne ziyan, bu ne kolcu hakkı, bu at hakkı, bu oğlan hakkı, bu kadı hakkı gibi uyduruk bahanelerle bütün haklar mültezim tarafından toplanır zavallı köylüye tozdan topraktan haksızlıktan başka bir şey kalmazdı.Türkiye Cumhuriyetinin aşar vergisini ortadan kaldırması köylüyü malına sahip bir hale getirmesi çok önemli bir devrim oldu.Aşar vergisinin kalktığı haberini köylü işittiği zaman inanmamış mutlaka bunda bir oyun var diye şüpheye düşmüştü.
Aşar vergisinin kalkması ile kendi çıkarları zedelenen mültezimler aşarın islam şeriatından geldiğini peygamberin emrettiği bir usul olduğunu bundan sonra bolluk bereketin ortadan kalkacağını, yağmur yağmayacağını, ekin bitmeyeceğini etrafa yaymışlar şimdiye kadar hiç huzur yüzü görmeyen köylü yağmurun yağdığını, ekinin bittiğini görüp mahsulünü alarak malına hür bir şekilde sahip olmuş ve yeni düzene memnuniyetle ayak uydurmuştur.[4]
Bu haksız vergilerin haksızlığı Kırşehir’de yaklaşık 400 yıl evvel (1522-23) Caca Bey Medresesinin kapısı üzerine kazılmıştı.Bu kitabede şehir subaşısı (inzibatı) için toplanan vergi sehna başta olmak üzere bir sürü haksız angarya verginin sultan tarafından kaldırıldığı bildiriliyor. Bunları tekrar uygulamaya koyacak olanların Allah’ın gazabına uğramasını diliyordu.[5]
Bu haksız vergilerin yasaklanması fazla uzun sürmeyecekti çünkü sistem köylünün emeğinin sömürülmesi üzerine kurulmuştu, bu asılsız vergiler tekrar değişik isimlerle uygulamaya konulacaktı bundan da anlaşılacağı gibi Osmanlı’nın en güçlü döneminden son günlerine kadar Anadolu halkının durumu ne sultanın kararlarından, ne insanların beddualarından fazla etkilenmemiş Osmanlı’nın yıkılmasına kadar Anadolu halkının acıklı durumu devam etmiştir.
Osmanlı bu sistemi yüzyıllar boyu din kisvesi altında şeriatin gereği böyle diye uygulamada tutuyordu.İslam dinini devletin siyasetinin temel öğesi olmaktan çıkararak din adamlarının halkın üzerindeki etkisini kaldırmaya çalışarak, halka kimliğini kazandırmak ve ihmal edilmiş Anadolu halkını, köylüsünü bu sömürü düzeninden kurtarmak cumhuriyet yöneticilerinin ilk hedefi olacaktı.
İslam dünyasında, devletin kötü gidişatına bir çözüm bulmak için Mustafa Kemal’e kadar kimsenin aklına sistemde değişiklik yapmak gelmedi. Bunu ilk yapan Mustafa Kemal oldu. Bir savaş kazanmasına rağmen bu bozuk çürümüş düzeni değiştirirken yobazlar başta olmak üzere yakın çalışma arkadaşlarından bile tepki gördü. Herkes düzeni kutsal, sultanı hala Allahın gölgesi olarak görüp, sultanın ekmeğini yediklerini zannediyorlardı.
En azından bugün toplum belli bir seviyeye geldi ve kimse ne Başbakan’ın ne Cumhurbaşkanı’nın ekmeğini yediğini düşünmüyor. Aslında onların halkın ekmeğini yediklerini artık halk görmeye başladı. Halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğu ve kutsal olmadığı görülebiliniyorsa bu Cumhuriyet ve laik düzenin sayesinde oldu.
[1] 1922’de saltanatın ve 1924’te hilafetin kaldırılması, Atatürk’ün en yakin silah arkadaşlari tarafindan bile tepki görse de rejimin bir toplum ve devlet oluşturmak için yapacağı devrimlerin önünü açtı fakat muahalifleri de arttırdı. 1924 sonrasında Terakkiperver Fırkası’nın kapatılması, 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu ve ardından kurulan İstiklal Mahkemeleri büyük ölçüde muhalefeti susturdu. 1926’da İzmir Suikastı nedeniyle İstiklal
Mahkemeleri’nde hem bazı eski İttihatçılar hem de Terakkiperver Fırkası’nın ileri gelenleri yargılandılar. Bu muhalefet için tam olarak son nokta olmasa da bir süreliğine de olsa muahalefet sessizliğe gömüldü.
[2] Mehmet Kaplan, İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, Atatürk Dönemi Fikir Hayatı, Cilt I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1981, s.224- 227.
Erdem Dergisi, Cumhuriyet Özel Sayısı, Sayı 31, Ankara: T.T.K. Yay., 1999, s. 228-229.
[3] Cevat Hakkı Tarım, 13 Eylül 1926, Kırşehir Gazetesi
[4] Kırşehir Gazetesi, 23 Eylül 1926, Cevat Hakkı Tarım, Gaziyi Dinlerken Cumhuriyetin 10. Yıl Hatırası, Kırşehir Matbaası 1993.
[5] Burhan Oğuz, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri, İstanbul 1988, Cilt II, s.938
Halim Baki Kunter, Kitabelerimiz Vakıflar Dergisi, Cilt II, Ankara 1942, s. 433.